Türkiye’de Kuş Gözlemciliği Tansu Gürpınar / DGM
Kuş gözlemciliğinin Cumhuriyet Türkiye’sinde ne zaman başladığına dair kayıtlara ulaşamadım. Ancak bilimsel anlamda ornitolojik çalışmaların Hitler rejiminden kaçarak Türkiye’ye sığınan Alman bilim adamları gurubunda yer alan zoolog Prof. Dr. Curt Kosswig ile ivmelendiği bilinmektedir. Kosswig 1930’lu yılların ikinci yarısında ülkemize gelmiş ve İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesinde ders vermeye başlamıştır. O günlerin kısıtlı ulaşım olanaklarına rağmen, asistanlarıyla birlikte Türkiye’nin hemen her köşesine gitmiş ve oralardaki faunaya ait kayıtlar oluşturmuş ve örnekler toplamıştır. O günlerde kuşlara ait çalışmalarını asistanı Melekpar Öktay ile birlikte yürütmüş olan Prof. Dr.C. Kosswig, 1 Nisan 1938 tarihinde balık faunasını incelemek amacıyla eski adı Manyas gölü olan Kuşgölüne geldiğinde kuzeydoğu kıyılarında yer alan geniş bir söğüt korusu üzerinde yuva yapmış görkemli kuş kolonilerini görmüş ve eşi Leonore Kosswig’le buraya “ Vogel paradis – Kuşcenneti” adını vermişlerdir. Daha sonra İ. Ü. Fen Fakültesi Hidrobiyoloji Enstitüsünün bir laboratuarı Söğüt Korusu yakınlarına kurulmuş ve buranın bekçisi aynı zamanda kuş kolonilerini korumakla da görevlendirilmiştir. Daha sonraki yıllarda Profesör olan Dr. Melekpar Öktay “Türkiye Kuşları” isimli kitabını yayınlamıştır. Manyas gölü kenarında Kuşcenneti olarak isimlendirilen Söğüt Korusu, 1959 yılında “Milli Park” statüsü ile korumaya alınmıştır.
Prof Dr. C. Kosswig’in ekibindeki bütün asistanlar tam bir doğa gözlemcisi olduklarını O’nun yetiştirmiş olduğu ve bana hocalık yapan bilim adamlarının arazi çalışmalarımızdaki davranışlarından anlamıştım. Kendi konuları dışında da doğayla ilgili hemen her şeyi bilirlerdi. Ötücü kuşları seslerinden tanımak, kelebekleri havada teşhis etmek, derelerde hangi taşın altında neyi bulacaklarını bilmek olağandı onlar için. Sadece faunayı değil, ağacı, otu, çiçeği de tanırlardı. Bununla birlikte o dönemlerde kuş gözlemciliği üzerinde Prof. Dr. M. Öktay dışında yoğunlaşan başka bir isim bilmiyorum.
Fakülte sıralarında ornitoloji derslerini Prof. Dr. Bahtiye Mursaloğlu’ndan aldım. Ancak kendisi memeli hayvanlar konusunda uzmandı ve kuşlar konusunu daha çok kitaplardan okuduğu şekliyle bizlere aktarırdı. 1960’lı yılların ilk yarısında Fakültemize (Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi) İstanbul’dan gelen bir arkadaştan orada kuşlar üzerinde çalışan bir asistan olduğunu öğrenmiştim. Daha öncelerinde olduğu gibi fakülte yıllarında da, benim doğaya olan ilgi ve merakım geniş bir band oluşturuyordu. Bir yandan Ankara çevresinde ulaşabildiğim yerlerde fay hatlarını incelerken, öte yandan ilin yarasa türlerini belirlemek için hemen hemen bütün mağaralara girmiştim. Mogan gölündeki hidrobiyoloji istasyonunda plankton kepçeleri ile numune alırken yabanördeklerini, mekeleri, martıları gözlemekten geri kalmıyordum. Çeltikçileri hayatımda ilk kez Moganda görmüştüm ve çok etkilenmiştim.
Fakülte yıllarında öğrendiklerimin doğada sorgulanması ve doğrulanmasına ilişkin gözlem ve çalışmalarımdan çok daha önceleri de doğayla ilgileniyordum. Hatta kendimi bildim bileli doğayla ilgilendiğimi söyleyebilirim. Daha ilkokula başlamadan önce, Ordu’da deniz kıyısındaki evimimizin penceresinden yunusları seyrederdim. Sonbaharda geceleri bıldırcın kılavuzlarının sesiyle uyanır, zayıf sokak lambalarının ışığında onları görmeye çalışırdım. İlkokul üçüncü sınıfta iken öğretmenimle kırlangıçların ve serçelerin davranışları üzerine tartışmış ve sonuçta benim gözlemlerimin doğru olduğu anlaşılmıştı. Ancak kuşlarla, gözlemlerimi kayda alıp raporlama ölçeğindeki çalışmalarıma 1960’lı yılların ikinci yarısında Orman Genel Müdürlüğü, Milli Parklar Dairesinde çalışırken başladım. O yıllarda bir yandan milli park adayı alanların incelenmekle görevli ekiplerin içinde yer alırken bir yandan da nesli tehlike altında olan yaban koyunu, alageyik, geyik, karaca, yabankeçisi, sülün, turaç, kelaynak ve benzerlerinin korunmaları için yapılan faaliyet ve projelerin içinde oluyordum. Yaban hayatı çalışmaların tamamını bu konuda bilgili ve bilinçli bir insan olan rahmetli Nihat Turan’la birlikte yapıyorduk. İlk yıllarda ekipte Avni Nebioğlu’da vardı. Orman Yüksek Mühendisi olan bu iki isim özellikle av kuşlarını iyi tanıyorlardı.
1967 Yılında Orman Genel Müdürlüğü, Uluslararası Doğal Kaynakları Koruma Birliği, (IUCN) ve Türkiye Tabiatı Koruma Cemiyeti, Ekim ayında, Ankara’da “Sulak Alanlar Ekoloji Teknik Toplantısı”nı düzenlediler. Türkiye Delegasyonunun bir üyesi olarak toplantıya Kuşcenneti Milli Parkı’nın ornitolojik ve ekolojik yapısı hakkında bildiri sundum. Toplantının en önemli sonucu sulak alanların ve su kuşlarının korunması için uluslararası bir sözleşmenin hazırlaması yolundaki karar oldu. Bir dizi hazırlık toplantısından sonra 1971 yılında İran’ın Ramsar şehrinde yapılan son toplantıda sözleşme imzaya açıldı. Bu toplantının bir diğer sonucu ise Türkiye Ornitoloji Derneğinin kurulması oldu. Başka ilgi guruplarının derneğe sahip olma çabaları karşısında birkaç yıl sonra feshedildi.
1967 ve 68 de İngiliz Kraliyet Kuşları Koruma Derneğinden (RSBP) Richard Porter ve Ian Willis ile birlikte Türkiye’nin batısındaki sulak alanlarında gözlemler yaptık. 1967 ilkbaharında yine RSPB den David Lea ile birlikte eski adı Manyas gölü olan Kuşgölü ve Kuşcennetinde ayrıntılı incelemelerde bulunduk. 1968 – 1974 yılları arasında leyleklerin ve yırtıcı kuşların sonbahar göçlerini izlemek için düzenli olarak Çamlıca tepelerinde gözlem yaptım. Çamlıca tepeleri Avrupalı kuş gözlemcileri için “Kabe” gibiydi. Her yıl farklı ülkelerden gözlemciler göçleri izlemeye geliyorlardı. O yıllarda Çamlıca’da Türkçe konuşabileceğim bir tek kişinin dahi olmamasını hep içim burkularak anımsarım.
İsmet Özer’le tanışmam 1969 yılında oldu. O yıl Feke Orman İşletme Müdürü iken Sultansazlığını (Kayseri) görmüş ve gördüklerinden etkilenerek alanın değerlendirilmesi için Ankara’dan bir kuş uzmanı gönderilmesini istemişti. Aralık ayında sahayı birlikte dolaştık. Sonraki yıllar Sultansazlığı’nda yaptığım düzenli ve uzun çalışmalar alanın ülkemiz açısından taşıdığı önemi ortaya koydu. İsmet Özer de Ankara’ya gelerek bizimle birlikte çalışmaya başladı. Kuşlara büyük ilgi gösteriyordu. Kısa zamanda iyi bir gözlemci oldu. Ne yazık ki Onu, genç yaşta kalp krizi nedeniyle kaybettik.
1969 yılında Kuşcenneti milli parkının yöneticiliğine atandım. Zaten 1967 yılından itibaren milli parkın yıllık kayıtlarını ve yönetim raporlarını hazırlıyordum. Kuşgölü çevresinde yaptığım gözlemlerle ilgili yorumları Kuşcennetinde uygulama şansım oldu. Son derecede iyi sonuçlar aldım. 1974 Yılında iyi korunan ve gelişme gösteren alanlara verilen “Avrupa Diploması” için Avrupa Konseyine başvurduk. 1975 yılında Konsey uzmanlarınca yerinde yapılan incelemeden sonra 1976 yılında Kuşcenneti A sınıfı Avrupa Diploması ile ödüllendirildi. Kuşcenneti aynı zamanda Avrupa Konseyi Doğayı Koruma Komitesinin referans alanlarından biri haline geldi.
1970’li yılların ikinci yarısında genç kuş gözlemcileri Ankara’da beni buldular. Reşit Akçakaya ve Can Bilgin, Ankara ve çevresinde kuş gözlemciliğine başlamışlardı. Lisede iken yaz aylarında Kuşcenneti Milli Parkı ve Sultansazlığı’na giderek kamp yaptılar ve arazi deneyimlerini artırdılar. Yine o dönemde Sultansazlığına yaptığım ziyaretlerde Kayseri Fen Lisesinde okuyan Uygar Özesmi ile tanıştım. Kuşlarla olduğu kadar sulak alan ekolojisiyle de ilgileniyordu.
İstanbul’da kuş ressamı Salih Acar ve eşi Belkıs Acar da kuşlarla ilgileniyor ve fırsat buldukça kuşları gözlüyorlardı. Ancak onların ilgileri çok daha eski yıllarda (1960) başlamıştı. Nesli tehlikede olan kelaynakların korunması için her yıl bir iki kez Birecik’e gidiyorduk. Yolculuklarda Türkiye’de kelaynak gibi başka canlı türleri olduğunu ve bu işe ilgi duyanları bir araya getirmenin konuya sahip çıkılmasında faydalı olacağını konuşurduk. Türkiye Tabiatını Koruma Cemiyetinin yararlı faaliyetlerinin İstanbul’da pek yankılanmadığının farkındaydık. 1975 yılı Mayısında Birecik’te Belkıs Acar, Alman kuş gözlemcisi ve fotoğrafçısı Udo Hirsch ve ben bir doğa derneğinin nasıl olması gerektiği hakkında birkaç oturumluk bir toplantı yaparak derneğin omurgasını oluşturduk .Belkıs hanım İstanbul’da kurucu olabilecek diğer kimselerle irtibat kurarak çoğunluğu sağladı ve gerekli işlemleri tamamladı. Derneğe ismini de O verdi. Böylelikle Türkiye doğa korumacılığında sivil toplum kuruluşu olarak önemli hizmetler yapan Türkiye Doğal Hayatı Koruma Derneği kurulmuş oldu. Anımsanacağı gibi Derneğin logosu da rahmetli Salih Acar’ın fırçasından çıkmış bir kelaynaktır.
Derneğin çalışmaları paralelinde kuşlarla ilgilenenlerinde sayısı arttı. 1980’li yıllarda mevcutlara ek olarak Uygar Özemsi, Kerem Ali Boyla, Sühendan Karauz ve Cem Kıraç gibi isimler Ankara’dan; Murat Yarar, Gernant Magnin gibi isimler İstanbul’dan; Mehmet Sıkı, Güven Eken İzmir’den; Barış Sancar Samsun’dan duyuluyordu. Çevre duyarlılığı da yavaş yavaş gelişiyordu. 1990’lı yıllarda kuşlarla ilgilenenlerin sayısı yükselen bir eğri ile artış gösterdi. Kuş gözlemciliğini teşvik için yukarıda isimlerini saydıklarım ciddi gayret içinde oldular. Bununla birlikte kuşçuların bir iletişim ağına kavuşturulması, örgütlenmesi ve kuşlar için bir veri tabanı oluşturulmasında Uygar Özesmi, Bahtiyar Kurt ve Güven Eken’in çalışmaları etkili oldu. Tabii bu arada Kerem Ali Boyla’nın Türkçemize kazandırdığı “Türkiye ve Avrupa’nın Kuşları” kitabını ve etkisini unutmamak gerekir.
Bu arada üniversitelerde de ornitoloji konusundaki çalışmalar artış gösterdi ODTÜ’den Prof. Dr. Can Bilgin, Hacettepe Üniversitesinde Prof. Dr. İlhami Kiziroğlu, Dokuz Eylül Üniversitesinden Prof.Dr. Mehmet Sıkı bu alanda ilk akla gelen isimler oldular.
Bugün artık binlere ulaşan bir kuşçular topluluğu var. Eskiye oranlanırsa azımsanmayacak bir sayı. Bununla birlikte Türkiye’nin kuşlar yönünden taşıdığı önemi ve zenginliği dikkate aldığımızda ise olması gerekenin henüz çok altında. Günümüzün iletişim ve bilgiye erişim olanakları ile bu durumun birkaç yıl içinde büyük ölçüde giderileceğini umut ediyorum.
Kuş gözlemciliği ülkemizde olduğu gibi dünyanın çeşitli ülkelerinde doğa korumacılığın başlangıcını oluşturduğu gibi korumanın ileri düzey değerlendirilmesinde de başrol oynamaktadır. Gerçektende kuşlar, doğanın en özgür canlıları olarak en duyarlı ekolojik ibrelerdir. Bunun yanı sıra insanlara sağladıkları yararları, güzellik ve sevimlilikleri, görkemleri ve becerileri onlarla yakından ilgilenmememiz için başlıca nedenlerdir. Kuşlara özgürlükleri gereği, her yerde rastlanması ve onların da biz insanlar gibi gün ışığında faal canlılar olmaları da bizi onlara yaklaştıran diğer sebeplerdir.
Kuş gözlemciliğinin insana kazandırdığı değerli özellikler vardır. Bunların başında gözlem disiplini gelir. Hangi kuş olursa olsun doğru bir tanı koymak için nerelerine dikkat etmemiz gerektiğini bilmemiz gerektirir. İlk zamanlar biraz teferruatlı gelse bile zamanla meleke haline gelen gözlem disiplini sayesinde dikkatimizi hemen belli noktalara yönlendiririz. Bu, bir noktada enerjimizi dağıtmadan, verimli bir şekilde, belirli bir amaç için kullanmak anlamına gelir. Gözlem disiplininin başka bir yönü de sürattir. Uçma eylemi belirli bir hızı ve çabukluğu gerektirir. Kuşlar uçmadıkları zamanlarda da çok hareketli olabilirler. Bu yüzden bir kuşu tanımak ve onun hakkında bilgi oluşturmak için genellikle dikkatimizin de çok hızlı olması gerekir. Uçuş halindeki kuşları zaman zaman elverişsiz ışık ve hava koşullarında gözlemlemek durumunda kalabiliriz. Bazen tanımak istediğimiz kuşun görünmesiyle kaybolması bir olur. Bütün bu gibi ve benzeri durumlarda tanı koyabilmek dikkatimizin süratine bağlıdır. Sadece böylesine bir beceri eldesi bile kişi için büyük bir kazançtır. Oysa kuşları gözlemleme bilgi ve becerinin yanı sıra harikulade bir büyüdür. Gözlem yaparken dürbünümü, fotoğraf makinemi bırakıp huşu içinde onları seyrettiğim zamanlar çok olmuştur. Hatta kuşlara ait anılarımın en önemli bölümlerini böyle zamanların oluşturduğunu söyleyebilirim. Uzun lafın kısası, kuş gözlemciliği hiç tereddüt etmeden salık verilecek ve asla pişman olunmayacak bir uğraştır. Benden size bir dost tavsiyesi.
Tansu Gürpınar
Doğa Koruma Merkezi / Biyolog, Doğa Korumacı